Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var…

kuzey ışıkları... bir gün göreceğim onları!

(100. yazımmış bu. O zaman özel bir yazı olması gerek 😉 Buyrun size gayet kişisel bir yazı…)

Ne güzel şiirdir, Ataol Behramoğlu’nun “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var” şiiri. Hatta üniversite yıllarımda Can Yücel’den “Her şey sende gizli” ile birlikte yol göstericilerimden olmuştu… Ama bu yazıda ondan bahsetmeyeceğim. Bu yazıda size biraz ukalâlık taslayacağım! Evet ya, daha otuzuna bile gelmemiş bir insanın “yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var” deyip yaşamla ilgili ahkâm kesmesi düpedüz ukalâlıktır bence! Bu yazıyı okuyan 50’lerinde, 60’larında teyzeler-amcalar varsa belki de içlerinden: “Hıh, kıçı boklu ufaklık hayat hakkında ahkâm kesiyor!” diyorlardır (tamam haklısınız da, ayıp oluyo yani, lütfen hakaret etmeyelim teyzecim aaaa!…) Ama bundan belki 20 sene, 30 sene sonra bu yazıyı yeniden okuyup bu yaşımda neler düşünmüşüm, 20’lerimin sonunda hayatta neleri bilirmişim, neleri öğrenmem için henüz vakit varmış, görmek istedim belki… Yani daha çok kendim için yazıyorum bu yazıyı. Yine de, 10’lu yaşlarını ya da 20’lerinin ilk yarısını süren genç arkadaşlara da faydası olacağı kanaatindeyim; bazen hayatta daha kolay ilerlemek için kestirmeden gitmek gerekir, bu kestirmelerin en güzeli de başkasının tecrübelerinden ders almaktır 😉 İyisi mi lâfı uzatmayayım, bilin bakalım ben bu yaşıma kadar hayatta neler öğrendim?

-Öncelikle, soğanları pembeleşinceye kadar kavurmak diye bir şey yok! Soğanlar pembeleşmiyor, önce sararıyor, sonra da direk kararıyorlar! Yemek kitaplarında yazanlar yalan, hepimizi kandırıyorlar, İlluminati, Gladio, derin devlet, ajsjsakjsakjsdhjsajhaskj!! 😀 😀 

Tamam lan tamam, ciddi oluyorum bundan sonra. Valla bak. 😀 😀 Asıl öğrendiklerim şunlar:

-Öncelikle, açık görüşlü olmayı öğrendim. Hayatta herkesin başka bir doğrusu var; ve kimse kendi doğrusunun bir başkasınınkinden daha iyi olduğunu iddia edemez! Kızılderili atasözüdür, birini yargılamadan önce onun makosenlerini giyip yürümen gerekir, yani hayata onun baktığı pencereden bakmalısın. Bunu yapabildiğin, karşındakiyle empati kurabildiğin kadarıyla insansın. Ama bu demek değil ki, kendi doğruların ve inandıkların olmasın. Olsun elbette. Hayatta bir duruşun olsun… Yalnızca; yaptıkları, düşündükleri sana çok aykırı da gelse insanları yargılamadan önce bir dur, bir düşün. Onun yerinde olsan sen nasıl hissederdin, bir düşün. Ve hemen ağzından salyalar saçarak birilerini suçlama. Çabuk gaza gelme! Sanırım toplumumuzun en büyük sorunu da bu; biz çok çabuk gaza geliyoruz arkadaş! Yapmayalım böyle, sonra yargısız infazlar, toz toprak gürültü, hepsi birbirine karışıyor… Saygı, hepimize biraz daha saygı lâzım: Karşımızdaki kişileri dinci/lâik, solcu/sağcı, alevi/sünni, Kürt/Türk diye yaftalamadan önce insan oldukları için saygı duymamız lâzım… Kendi adıma bu konuda başarılı olduğumu düşünüyorum. Yani tamam, herkes gibi benim de önyargılarım var, ben de bazen “Yahudiler şöyledir… Çinliler böyledir…” diye genellemelere gidiyorum, bunu inkâr edemem… Ama yine de tüm genellemelerin yanlış olduğunu, her memleketin iyisi de kötüsü de olduğunu iyi öğrendim. Bu yüzden birilerine saydırmaya başlamak konusunda hep çekimser davranmışımdır; sonuçta haksız olduğunu anlayıp büyük bir utanç ve vicdan azabı duymak da var…

-Enerjini tüketen insanlardan uzak dur! Sanırım en iyi öğrendiğim şeylerden biri de bu. Aslında hayır demeyi çok da becerebilen bir insan değilimdir (biraz fazla naziğim…); ama yakın arkadaşım, dostum yapacağım insanları iyi seçerim. Mızmız, kıskanç, kendini dünyanın merkezi zanneden insanlardan arkama bile bakmadan kaçarım! 😀 Tamam, bunlardan kaçmak her zaman mümkün olamıyor, kabul. Ama kaçamasam bile ilişkiyi meraba-meraba kıvamında tutmaya çalışırım, evet bunu iyi yapıyorum galiba 😛 Arkadaş dediğin seni geliştirmeli, birlikte eğlenmelisiniz, birbirinize iyi gelmelisiniz. Sürekli depresif takılan, sürekli seni iğneleyen ya da sürekli seninle yarışan insanlar seni yorar, moralini bozar. Ne gerek var yahu? Pozitif, tatlı insanlarla birlikte olmak varken böyleleriyle ömür tüketmeye ne gerek var?? Bu dediğim sevgili seçiminde de geçerli elbette: Kaprisli, kıskanç, sizi yoran birisi, ne güzel yüzünün, ne parasının, ne de ona olan aşkınızın hatrına çekmeye değer! Vallahi yazık gençliğinize 🙂

-Pareto principle: Endüstri mühendisliği eğitiminin bana kattığı en büyük şey bu prensiptir arkadaş! İleride her şeyi unuturum da; bir türev alıp sıfıra eşitlemeyi unutmam, bir de Pareto prensibini! 😀 😀 Pareto prensibi şöyle der: “Bir işi tamamlamak için 100 birim zamana ihtiyacınız varsa, bu işin yüzde 80’i, 20 birimlik zamanda yapılır. İşin geri kalan %20’si ise vaktin %80’ini alır.” (ya da değişik versiyonları vardır bu prensibin; işte mesela en önemli envanterler (malzemeler), toplam ürünlerinizin %20’sini oluşturur; eğer onları iyi yönetebilirseniz kârınızın %80’ini iyi yönetiyorsunuz demektir, vs. vs.) Bu prensibi iyi anlayın millet; “time management” denen nanenin özü işte burda yatıyor! Var ya, bu Paretoculuk benim pek çok kez hayatımı kurtarmıştır! 😀 Yüksek not ortalamamı böyle yaptım mesela (öhöm): Dersin birinin midterm’ünün %30, her ödevininse %5 etkili olduğunu görünce ödevleri yalapşap yapıp midterm’e çalışırdım; böylece yüksek notlar alırken gezip tozmaya da vaktim kalırdı… Ya da mesela temizlik mi yapıyorum? Uygula pareto prensibini, eskiden 10 saat süren temizlik 2 saate insin! 😀 Bırak banyo fayansları da pırıl pırıl parlamayıversin canım, azıcık mat kalsın; ya da perdeleri her ay bir kez yıkamak zorunda değilsin, vs vs. 😛 (Tamam, kabul ediyorum, bu prensip aşırı titiz ev hanımlarına göre değil, benim gibi pratik insanlara göre 😀 😀 N’apalım oğlum, çalışan kadınlar bunca işe ancak böyle yetişebilirler! :D) Kısacası mükemmeliyetçilik insanı yorar ve üzer. Hiç gerek yok… Yıpratmayın kendinizi. Sakıp Sabancı amcanın dediği gibi: “Mükemmel, iyinin düşmanıdır.” Önemli olan kısma odaklanın, detaylarda vakit kaybetmeyin. İşin özü bu.

– Baby steps: Dünya üzerinize üzerinize geliyorsa, yapacak tonlarca işiniz varsa, bu prensibi hatırlayın: “Bebek adımları”. Yani sakin olup enerjinizi paniklemekle harcamak yerine ufacık da olsa adım adım bir şeyler yapmaya çabalayın. İşler ancak böyle yürüyor… İnsan ufak da olsa bir şeyler başardıkça kendini iyi hissediyor… Ve işte tam bu noktada bir özlü söz üretmek istiyorum, “yüce insan ulu hikaru’dan aforizmalar” isimli kitabıma (!) koymayı düşündüğüm söz bu: “Hayat bir kısa mesafe koşusu değil, bir maratondur: Enerjini bir atımlık barut gibi sarf etme, başkaları senden daha çabuk koşup ilerledi diye üzülme, ama en önemlisi, düştüğün zaman mutlaka tekrar kalk ve koşmaya başla.”

-Elindekilerle mutlu olmak… Anın tadını çıkarmak… Bunları söylemek kolay, yapmak zordur, çünkü gerçekten hırsını törpüleyebilmiş, az-çok kalender insanlar olmak gerekir. Ama mutlu olabilmek için sahip olmadıklarımıza üzülmek yerine sahip olduklarımıza odaklanmanın önemini öğrenmemiz gerek. “Anın tadını çıkarma” konusunda hâlâ çok iyi değilim; kaygılar (özellikle iş bulma, tez yazma konusunda…) ne yazık ki hep aklımın bir köşesinde kıymık gibi duruyor 😦 Ama ufacık şeylerle mutlu olma konusunda iyiyimdir; eğer beni mutlu etmek istiyorsanız açın önüme güzel bir dizi, verin elime bir çikolata, mırmır mırmır yaşar giderim 🙂 🙂

– Ama bunun ardından, hemen bir başka şey geliyor aklıma: Elindekilerle yetinmek ayrı, önüne çıkan fırsatları değerlendirmek ayrı! Yani, kendimizi geliştirmek ve daha iyi şeyler yapmak adına elimizden geleni yapmak da çok önemli. İnsanın yeteneklerini, isteklerini ve imkânlarını keşfedip ona göre tavır alması çok, ama çok önemli! Hayatta bizi başarıya ve mutluluğa götüren yegâne yol bu… Ve bu yolda ilerlememiz esnasında bizi geride bırakan iki şey var, korku ve tembellik. Korku, “acaba yapabilir miyim, acaba insanlar hakkımda ne der?” gibi sorulardan kaynaklanıyor. Tembellikse, mâlum… Yani açıkçası evde üçlü kanepeye uzanıp aburcubur yiyerek en sevdiğim dizileri izlemek benim de en çok sevdiğim şeylerden biri, ve bıraksanız hiç sıkılmadan senelerce böyle yaşayabilirim 😛 Ama şimdi geriye dönüp baktığımda görüyorum ki, en güzel günlerimi, torunlarıma anlatacağım en renkli anılarımı yaşadığım zamanlar, kıçımı kaldırıp gerçekten bir şeyler yaptığım, değişik şeyler denediğim, hayata karıştığım anlar imiş! İyi ki gözümü karartıp tek başıma Macaristan’a gitmişim! İyi ki DAAD bursuna başvurmuş, sınavına girmiş, Almanya’da dil kursu fırsatını kazanmışım! İyi ki izci olup kıçım dona dona kamplara katılmışım, iyi ki sualtı topluluğuna girip Kaş’ta dalmaya gitmişim, iyi ki Interrail yapmışım, bütün bunlar hayatımın en güzel anılarını armağan etti bana… Aktif olun, yeni şeyler denemeden yeni şeyler öğrenemezsiniz, tembellikle yerinizde sayarsınız, korkular yüzünden potansiyelinizi boşa harcarsınız. Aktif olun!

-Ve insan, yaşamadığı her şeyin acemisidir. Bunu şimdi benden birkaç yaş küçük olup da bebek büyüten arkadaşlarımı gördükçe daha iyi anlıyorum; lan adamlar (kadınlar?) resmen benden daha olgun! Ama bu fikrin kafama ilk kez dank ettiği zaman, Dawson’s Creek’i izlediğim günlere rastlar: Elemanlar benle yaşıt 15-16 yaşında zibidiler oldukları halde boylarından büyük öyle laflar ederlerdi ki, ekran başında ağzım açık kalırdı! Yani tabii senarist onlara nasıl replikler yazıyorsa onu oynuyorlardı, orası ayrı da, bu durum bir de bana şunu fark ettirmişti: İnsanın büyümesi yaşla falan ilgili değil arkadaşım. Gayet de yaşadıklarınla ilgili: Yani o dizideki 16’lık ufaklıkların o yaşta yaşadıklarının onda birini ben bu yaşımda yaşamamış olduğumdan (ki tahtalara vuruyorum! kim ister ki joey potter gibi annesinin erken yaşta ölüp/babasının hapse düşüp/hamile olduğuna dair iftira atılmasını/ilk sevgilisinin gay çıkmasını/en yakın arkadaşıyla sevgili olup ayrılınca dostluğunun da bozulmasını/16’sında bekaretini kaybetmeyi/yirmi yaşına kadar çarşaf gibi elli tane sevgili değiştirmeyi… vs. vs. vs.) hayat hakkında ahkâm kesmelerine de aldırmamaya karar verdim! He gülüm he, siz daha iyi bilirsiniz. Ve açıkçası bazı konularda acemi olmaktan, çocuksu olmaktan memnunum. Zamanı gelince hayat insana her şeyi öğretiyor zaten; o halde acele etmek niye? Acele ettikçe daha çabuk büyümek zorunda kalıyorsunuz, bu da daha çok sorumluluk, daha çok acı demek… O yüzden bu lafım özellikle teenager çıtırlara olsun: Büyümek için sakın acele etmeyin, büyüklerin dünyasında bi bok yok. Tamam yirmi beş yaşına kadar üniversitede oyalanıp baba parası yiyin de demiyorum ama siz ne demek istediğimi anladınız işte, hayata fazla erken atılmak, erken yaşta evlenmek, çoluk-çocuğa karışmak (bence, şahsi fikrimdir) pek öyle matah bir şey değil…

İşte öğrendiklerim böyle… Kısacası hayat “dengelemek” üzerine kurulu: İşle eğlenceyi, aileyle arkadaşları, aşkla yalnızlığı dengeleme sanatı… Bunu iyi yapabilirseniz kendinizi daha çok tatmin olmuş hissediyorsunuz.

Ve bir de (öğrenip de) öğrenemediklerim var elbette: Mesela fark ediyorum ki ben çok nazlı büyütülmüşüm. Her şeyi çok kolay elde etmişim. Başarısızlıklarla pek fazla yüzleşmemişim, o yüzden şimdi en ufak şey bile moralimi bozabiliyor, derin bir nefes alıp gülümseyerek “bu da geçer yahu…” diyeceğim yerde mızmızlanıp duruyorum. Hayır ilk darbenin etkisi geçince kendime geliyorum neyse ki, ama mümkün olsa bu mızmızlanmalarımı azaltmak isterdim (olan bana değil zavallı aşkıma oluyor, ahah!) 😛 İkincisi, insanların sana kendini övdüğün miktarda değer verdiklerini çooook iyi anladığım halde ben bunu hiç yapamıyorum. Kanımda 19. yy İngiliz asilzadeliği (ya da enayiliği?) var galiba, kendi reklamımı yapmak küçük düşürücü geliyor (oysa yaşadığımız kapitalist dünyada fark edilmek için doğal şeyler bunlar…) Bir başka madde, hayatın bir çeşit “insanları idare etme sanatı” olduğunu bildiğim halde bunu beceremiyorum… Herkesin suyuna gidemiyorum abi ben; ayrıca sabırsızım, fazla zorlanmaya ve strese gelemiyorum. Özür dilemeyi pek beceremiyorum. Ve hâlâ, çok çabalamama rağmen kaygılarımı bir kenara atıp an’a odaklanmayı başaramıyorum! Ama şu doktora bitsin, söz; artık her güzel şeyi birkaç ay sonraki teslim tarihine ertelemek yerine o an oracıkta keyfini çıkarmaya bakacağım! 😀 O zamana kadar siz imamın dediğini yapıp yaptığını yapmamaya devam edin, ve harika, mutlu, eğlence dolu hayatlar yaşayın e mi? 😉

About hikaruivy

a big fan of shoujo animes/jdramas/kdramas loves to eat, write, read and watch!
Bu yazı Genel, kişisel içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

33 Responses to Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var…

  1. winpohu 'ca dedi ki:

    100. yazını tebrik ederim binlerce yazı yazarsın inş 🙂 bu yazıyı da benim için yazmışsın sanki çingu altına imzamı attım gitti 🙂

    kızılderili sözünü çok severim bir insanı yargılamak çok kolay ama anlamak çok zordur. kimseyi ayırmama herkesi olduğu gibi kabul etmeli onları zorla değiştirmeye çalışmaktansa saygı duymalı kim olduklarına ve fikirlerine bu yüzden herkes benim için önce insandır.

    gelelim seni mutlu eden insanarla olmaya ben samimi olmayan tekiler veremesem de sahte davranışları bu bünye kabul etmese de hayır diyemeyen bir insanım bu yüzden o tür insanları dışlamak da bana yanlış geliyor. herkes aynı tepkiyi verse hepsi toplumdan dışlanırmış gibi geliyor onları da öyle kabul edip yardım edebiliriz bence 🙂 bu dünyada her çeşit isana her var mutsuz , mızmız , kıskanç olanlara bile 🙂

    ingilz asilzadesi benim 🙂 yok arkadaş bir pazarlanacak birmal değiliz kapitalizm kusura bakma bizi böyle kabul et 🙂
    ellerine sağlık süper yazı 🙂

    • hikaruivy dedi ki:

      @winpohu: sağol canımm! ^^ biz boşuna birbirimizi bulmamışız, insanlara saygı duymaktan hayır diyememeye, hatta ingiliz asilzadeliğine kadar her şey benzeşiyor 😀 😀 ama seni sinir eden insanlara bile kucak açabiliyorsun ya, helal olsun! 😀 bense “tamam, o da kendi dünyasında bana bulaşmadan yaşasın, saygı duyarım, ama benden uzak olsun” modundayım (hiç sabrım yok demiş miydim? :P) yorumun için teşekkürler ^^

      • winpohu 'ca dedi ki:

        sadece kendimi onların yerine koyuyorum bana öyle yapılsaydı üzülürdüm . bana yapılmasını istemediğim bir şeyi bir başkasına yapmamak için uğraşırım. yani hiç olmazsa denerim 🙂
        evet çok benziyoruz bu yüzden seviyorum galiba iyi ki de buluşmuşuz 🙂

  2. Tebrikler 100. yazı için:)

    Hayattan öğrendiklerinden ilk paragraftaki düşüncelere kesinlikle kesinlikle ve kesinlikle katılıyorum:)Soğanların pembeleşmesi olan değil ondan sonraki hahah:)

    Seni tüketen insanlardan uzak dur:)Hımm öğrencilerim beni tüketiyor çok mızmızlar ama nasıl uzak dururum o zaman sıradan bir hoca olurum:)

    Ah o teori yapılır mı ki her zaman:) ben mükemmeliyetçiyim ama ev işi konusunda değilim:)

    Bebek adımları hiç düşünmedim:)

    Elindeki ile mutlu olmayı bilmek:) Bunu yaşayarak öğrenmiş bulunuyorum:) Elimdeki ile gayet mutluyum:)

    Sonuncuya da katılıyorum yaşamak önemli yaş ikinci planda:)

    Hangimiz her bildiğimizi uyguluyoruz ki:D Senin yapamadığını yazdığın bazı şeyleri bende yapamıyorum:) Özür dileme, kendini övme gibi.

    Ama insanları idare edebilme yeteneğim var, kimsenin anlaşamadığı kişilerle anlaşabilirim:) Ah beni de şımartsalardı da mızmızlansaydım:) Nasıl yapılır hiç bilmiyorum:)

    • hikaruivy dedi ki:

      @Asiruh: Teşekkürler Asiruh! Aaa, ama aşkolsun, soğanların pembeleşmediğine katılmıyor musun? 😛 Pembeye dönecekler diye beklerken kaç kere yaktım, kaç soğanım gitti… 😛

      Ahah, hocalar için seni bitiren insanlardan kaçmak tutulması imkânsız bir öğüt olmuş 🙂 En azından özel hayatımıza aldığımız insanlar için geçerli diyeyim 😉 Ama sende insanları idare edebilme yeteneği varsa zaten 1-0 öndesin, ne güzel… Teşekkür ederim yorumun için ^^

  3. Sessizgemi dedi ki:

    100. yazın için ellerine sağlık 🙂 Daha nice yazılaraa^^ Kızılderili atasözlerini ben de severim çok doğal ve hayatın anlamını ezberlemiş gibiler 🙂 İnsan, insan olmanın değerini anlayabiliyorsa yaşının benim için hiçbir önemi yoktur. Yazın çok hoşuma gitti tekrar ellerine sağlık 🙂

    • hikaruivy dedi ki:

      @sessizgemi: teşekkür ederimm, darısı başına! ^^ kızılderili atasözleri ne güzeldir ya, günümüzün sözde bilge insanlarının onlardan öğrenmesi gereken çok şey var… sevgilerimle ^^

  4. güzzi dedi ki:

    Sevdiğim tek şiir… Hayatımı değiştirdi… Daha kim bilir kimlerinkini değiştirmiştir.
    100. yazını tebrik ederim. 200. de görüşmek üzere 😀

  5. canlina dedi ki:

    Çok hoş bir yazı olmuş bu yazdıklarına ben de katılıyorum ama uygulama konusunda sıfırım sanırsam 😀

    bir çok konuda açık görüşlüyümdür ki ben herkesi anlarım,anlamaya çalışırım sadece mantığına ulaşamadığım herhangi bir konudaki koyu taraftarlar bana garip gelir.Enerjini tüketen insanlardan kaçmak çok zor bence bi de genelde iyi insan oluyorlar ki onlardan kaçmak üzüyor beni.sonra da kaçamıyorum tabi al başına belayı 😀 hmmm bi de kısa bi dönem ben de insanların enerjisini tükettim galiba eğer bu kategoriyi karamsarlığı abartanlar dolduruyorsa :)) her şeyin kötü bir yanını bulma konusunda benden yeteneklisi yoktu yani 😀

    benim en gıcık olduğum ama en çok özendiğim gruptur gezip tozup yüksek not alanlar,sırlarını bizle paylaştığın için sağol hikaru^^Şaka bi yana ben lisedeki halime yanarım yanarım da bir bundan ötürü yanarım.Çok yavaş çalışan bi insan olarak lisedeyken full time ders çalışan bi tiptim.Zaten arkadaşımda bana benzerdi az iş böyle olunca koskoca 4 sene dersane okul arasında yaşandı ve bitti.Elimde lise aldığım notlar dışında bişey kalmadı ki bence onlarında pek bi önemi yok iş LYSde bitiyor.Benim okul yüzü görmeyen karnesi 1lerden arınmayan arkadaşlarımın hepsi benden yüksek bölümlerdeler desem yalan olmaz.Bu durumdan ötürü üniversitede ilk yılımda vize ve final kapıları çalmadan defter yüzü açmadım.Allah’tan dersler kolaydı da ya da bana öyle geldi çoğundan yüksek not aldım:) pareto prensibi ve temizlik durumuna da bittim tam benlik bişey bu 🙂 🙂

    “Hayat bir kısa mesafe koşusu değil, bir maratondur: Enerjini bir atımlık barut gibi sarf etme, başkaları senden daha çabuk koşup ilerledi diye üzülme, ama en önemlisi, düştüğün zaman mutlaka tekrar kalk ve koşmaya başla.” Bu özlü sözünü de kulağıma küpe ediyorum.Beni kandırıp sınav sonucu benden yüksek bölümlere giden arkadaşlarım son gülen iyi güler 😀 😀 😛 😛 😛

    Elindekilerle mutlu olma;mmmm bunu da canım istediğimde bal gibi yapıyorumdur ama bişeyi kafaya taktı mı tamam!Geçti bitti artık ufak mutluluklar..Yine de güzel bir dizi, çikolata, mırmır mırmır yaşamak konusunda sana hak vermiyor değilim 😀 😀

    korku ve tembellik 😀 😀 ikisi de ben de mevcut diye düşünüyorum korku neyse geçer gider sorun başkalarıdır pek mühim değil ama tembellik kişiyle ilgili bir durum öyle kolay kolay terk etmez insanı!Ama benle yollarını ayırsa artık tam süper olur :))

    Senin yazının çakmasını yazmış gibi hissettim şu an 🙂 Napim yazdıkça yazasım geldi 🙂 Unutmadan 100. yazını tebrik ederim 1000. yazılara inş 😀 😀 😀

    • hikaruivy dedi ki:

      @canlina: ah tatlım bildiklerimizi bir uygulayabilsek dünyayı değiştireceğiz zaten de… ah ah! 😀

      çok fanatik insanlar bana da garip gelir. üzülürüm onlar için. atgözlüklü, empatiden yoksun oldukları için üzülürüm. enerji-emicilerse iyi de olabiliyor, kötü de. bazen iyi insanlar da böyle olabiliyor, çok haklısın. ama tabii herkesin başına gelebileceği gibi belli bir dönemden geçmekte olan insanlardan bahsetmiyorum burda; bu enerji-emiciliği kronikleştirmiş, hayat felsefesi haline getirmiş olanlardan bahsediyorum. aralarında sürekli depresyonda olup kendine acındırmaktan zevk alanlar da olabilir, hayat enerjisini başkalarıyla tartışıp durmaktan alanlar da. iki grup da mümkünse uzak olsun benden 😛

      ehehe, artık notlarla pek işim olmadığına göre sırlarımı paylaşabilirim, yeni nesil de faydalansın di mi… bir de tabii herkesin çalışma yöntemi kendine: ben bir de mesela sınavdan çoook önce çalışmaya başlar(d)ım: yani bir gece önce oturup her şeyi kafama bir kerede sokmaya çabalamak yerine dönem başından itibaren öğrendiklerimiz daha soğumadan azıcık tekrar ederdim. bir derse haftada yarım saat ayırarak nerdeyse sınav zamanı hiç çalışmaya gerek kalmadan o dersi öğrenebiliyor insan (tabii derste de anlamak kaydıyla). ama bu benim yöntemim; ben stres altında panik olan bir insan olduğum için asla son gececi olamadım. ama bazıları da yumurta kapıya dayanınca daha iyi öğreniyor (hatta galiba türk halkının %90’ı böyle!); kişiden kişiye değişir…

      korku ve tembelliği kırmaksa senin elinde canım… yok yok, tembellik bile seni terk eder, sen yeter ki iradeni zorla 😉

      ellerine sağlık, uzun uzun içini dökmüşsün, çok da iyi etmişsin. senin de 100., hatta 1000. yazılarını okumak dileğiyle 😉

      • canlina dedi ki:

        önceden derse çalışma olayı benim hep hayalimdeki şey ama tam anlamıyla başarabildiğimi söyleyemeyeceğim…
        Tavsiyelerini aklımda tutmaya çalışcam 😀
        Seninde ellerine sağlık 🙂 🙂

  6. deniz dedi ki:

    İyi ki blogu açtın, gördün mü bak 100. yazıyı yazdın!

    Pek uyaklı olmadı ama.

    ”Büyümek için sakın acele etmeyin, büyüklerin dünyasında bi bok yok.”

    Bu lafın altına imzamı atarım.Yazının kendimce özeti ( o kadar şey yazdın bunu seçtim).Aslında bütün yazı baştan sona o kadar doğru ki ayakta alkışlıyorum seni.

    Helal olsun vallahi, ermiş,sörfçü ve patron halt etmiş yanında 🙂

    • hikaruivy dedi ki:

      @deniz: haha, nil duymasın, sana telif hakkı davası açar sonra! 😛 😀 sağol canım, darısı başına inşallah ^^ büyümek konusunda ise beni ancak yaşıtlarım, yani sizler anlarsınız, ah ah! 😛 😀 ermiş sörfçü ve patron bu konularda ne der bilmem, ama ferrari’sini satan bilge’nin de sanırım yaklaşık aynı şeyleri, yaklaşık 300 sayfa daha uzatarak söyleyeceğini düşünüyorum 😀 😀 sevgilerimle, teşekkürler denizciğim ^^

  7. Elif dedi ki:

    ilk gün içimden geldiği gibi yazmış ama iş yerinden yasaklı olduğu için gönderememiştim. aynen yazıyorum.

    Merhaba ,
    Blogundaki tüm yazılarını okudum, bir şekilde bana iyi geldin. Yakın bir arkadaşımmışsın gibi neler yaptın, neler düşünüyosun merak ediyorum, 3 gündür sabah gelip hemen bloguna bakıyorum 🙂 Bugün yeni yazını görünce çok sevindim. Kendime göre dersler çıkardım. Kendinde daha iyisini yapmayı istediğin özellikleri ben de taşıyorum. bazen diyorum ki değişmeliyim , bazen ben de böyle biriyim ne yapalım diyerek kendimi rahatlatıyorum. Kore yapımlarına gelince, Türk dizilerini gereksiz uzunlukla olmaları ve tekdüze konu seçimleri nedeniyle seyretmiyorum,yıllarca Amerikan yapımı dizileri seyrettim. Bir internet sitesinde yeni bir keşif yapayım derken Coffee Prince dizisiyle tanıştım ve aşık oldum. Özellikle oradaki bir bölüm hani Go Eun Chan ‘a Han Kyul’un büyükannesinin ondan vazgeçmesi için para önerdiğini duyan (adını hatırlayamadım kafedeki asıl barista olan )yaşlı adamın gülerek söylediği ‘bunamış olmalı ‘cümlesi bana Türk dizilerinde izlediğimiz tüm o saçmalıkları hatırlattı ve beni bu klişeye verdiği tepkiyle kendine bağladı. Şimdi City Hunter’ı izliyorum o bitince not aldığım senin tavsiye ettiğin dizilerden birine başlayacağım.

    Yeni yazılarını merakla bekliyorum, sevgiyle kal.. 🙂

    Elif

    • hikaruivy dedi ki:

      @Elif: Hoşgeldin sevgili Elif! Çok teşekkür ederim yorumun için, çok samimi buldum yazını, iyi ki ilk haliyle göndermişsin. Bu internet denen olaya bayılıyorum ben; gerçek dünyada yollarımızın kesişmediği, ama aynı frekansta olduğumuz insanlarla şıp diye buluşuveriyoruz! Sihir gibi yaa, süper 🙂

      Sanırım hepimiz bir şekilde değişmeye çalışıyoruz (ve zaman içinde değişiyoruz da…) ama bu, ancak bir yere kadar mümkün sanırım… Yani bu yaşımdan sonra birdenbire aşırı bir özgüvenle, ya da sınırsız bir sabırla dolacağımı sanmıyorum; belki ancak zaman içinde sivri yanlarım biraz daha törpülenir, o kadar… Napalım, biz de olabildiğimiz sınırlar içinde elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışırız 😉

      Kore dizileri tuzağına bir kez düşen kaçamıyor, değil mi? 😀 😀 Valla öyle; insan Kdramalara alışınca Türk dizilerinden iyice soğuyor… City Hunter’la Min Ho’nun büyüsüne iyice kapıldıysan BOF’la devam et derim; biraz fazla klişe, ama acayip eğlenceli! 😀 😀 Ayrıca güzel sözlerin için de çok teşekkür ederim; senden yine haber almak dileğiyle ^^

      • Elif dedi ki:

        Selam Hikaruivy, cevabın için teşekkür ederim. Dün gece pek çok blog’da tavsiye edilen Pasta adlı diziye başladım, şu an 7. bölümdeyim. çok sevdim. Coffee Prince’de de çok sevdiğim bir aktör var başrolünde.. Bof’u değil de Hana yori dango’yu izlemiştim. Hatta orada senin bir sözün vardı, Micheal Jackson reenkarne olmuş diye… 🙂 Ben de başrol oyuncusunu ilk gördüğümde böyle düşünmüştüm. senin cümlene de çok güldüm. Acaba estetik ameliyatlardan mı, yazık ya keşke yapmasalardı.. Bof’u da mutlaka deneyeceğim, madem Lee min Ho var 🙂 Sevgiyle Kal…

      • hikaruivy dedi ki:

        @Elif: Pasta’yı ben izlemedim canım, beğenirsen bana da söyle 😉 Ahahah, Matsumoto Jun’u diyorsun; evet nedense o dizide MJ’e çok benziyordu kendisi 😀 Sonra izlediğim diğer dizilerinde aslında o kadar da fena bir çocuk olmadığını gördüm (Lee Min Ho’nun yerini tutamaz, o ayrı…) Sevgilerimle ^^

  8. Işık dedi ki:

    Hikarucum,
    yazını gülümseyerek, içimden “evet evet öyle gerçekten” diyerek bir çırpıda okudum ve çok güzel şeyler öğrendim (Pareto pr., Walsch’ın sözü gibi). Yaşadıklarımızdan öğrenmek çok güzel, ama önemli olan doğru dersi çıkarmak, doğru şeyi öğrenmek. Bazan şöyle öğretiler de çıkabiliyor yaşananlardan “denedim, olmadı, demek ki denemem lazım” gibi. Umarım hepimiz yaşananları ve sonuçlarını doğru değerlendirip yarınımıza ışık tutacak şeyler öğreniriz.
    İyi ki blog yazmaya başlamışsın, iyi ki ben K-Drama izlemeye başlamışım, iyi ki blogunu keşfetmişim. Daha geniş zamanlarda paylaşımlar yapabilmek ve nice 100X. yazılarına yorumlar yazabilmek dileğiyle..

    • hikaruivy dedi ki:

      @Işık: Sağol canım benim, güzellikler sizin gibi dostlarla paylaşınca güzel, senin için de anlamlı bir yazı olmasına çok sevindim ^^ “Yaşadıklarımızdan öğrenmek çok güzel, ama önemli olan doğru dersi çıkarmak, doğru şeyi öğrenmek” Kesinlikle haklısın. Öğrenmediğimiz sürece yaşananların çok da bir anlamı olmuyor, o zaman “yaş”amamış, yalnızca “yaş”lanmış oluyorsun… Evet bence de iyi ki Kdrama izlemeye başlamışsın ve tanışmışız. İleride yüz yüze de tanışmak dileğiyle, öperim Işıkcım ^^

  9. makinosev dedi ki:

    Hadi canım 100. yazın mı bu??? hikayeleri saymıyoruz tabi ondan yoksa bana sorsan 300ü devirmişsin gb hatırlardım sayısını 😀 Daha nice yazılarını okuruz inşallah 😀
    Dolu dolu yazmışsın ya demek ki ondan bana daha çok yazmışsın gb geldi, bu yazında onlardan biri, aynı süreçten geçtiğimiz için söylediğin herşeyi kelimesi kelimesine çok iyi anlıyorum. daha fazla cesaretli olmak lazımmış cidden, şimdi geriye dönüp baktığımda en çok bu konuda kızıyorum kendime, daha fazla cesaret için azıcık cesaretim bile yokmuş ya piii bana :S neyseki geçte olsa aklım başıma geldi, zararın neresinden dönersen kardır diyerek önüme bakıyorum şimdi…
    yazını okuyunca hepsi gözümde canlandı ne yalans öyliiim çok da dokundu, arada böyle konuşmak iyi geliyor ama 🙂 yüreğine sağlık çok öptüm oxoxo

    • hikaruivy dedi ki:

      @makinosev: hikayeleri de sayarsak 150 falan (ama onların da bir bölümünün word’de 15-20 sayfa sürdüğünü düşünürsek sanırım her post’u 3-5 yazı falan saymam gerek! o_O o_O) sağol bitanem, bilmukabele 😉

      ah ah, daha cesaretli olmak… bakma yukarıda ahkam kestiğime, ben de eski cesaretimi kaybetmiş gibi hissediyorum kendimi. nerde o eski, korkmadan kendini ortamlara atan kız? 😛 ama şimdi en azından risk almak için birbirimizi gaza getireceğimiz buddy’lerim var artık, yani sizler 😀 😀 zararın neresinden dönülse kârdır elbette, biz hâlâ genciz kuzum, inşallah bundan böyle fırsatları değerlendirme konusunda da daha iyi olacağız ve istediğim yönde adımlar atabileceğiz. öpüyorum canım, sevgilerimle ^^

  10. Rosa dedi ki:

    Benim de yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey varki;giriş cümleleri zordur.Bu yorumumda öyle oldu galiba:))Önce 100.yazını tebrik ederim.Daha nice yazılarını okumak isterim:)))
    Ama anı yaşamak demişsin;işte o benim:)))Galiba hayatımda tek yapabildiğim ve tam anlamıyla öğrendiğim bir kavram.Anı yaşamak ama hayatın bütününü de kaçırmamak…
    Bu yazı için de ayrıca teşekkürler.Makale düzeyinde bir yazı olmuş:))Ellerine sağlık:)))

    • hikaruivy dedi ki:

      @Rosa: Çok teşekkür ederim canım ^^ Ben de nice yazılar yazmak isterim, inşallah olur 😉

      Anı yaşayabilen şanslı azınlıktansın demek; ne güzel! Sen şimdi geceleri başını yastığa koyar koymaz da aklını günün olayları meşgul etmeden hemencecik uyuyorsundur, ehu ehu 😀 Harika, böyle devam et, hatta sırrını bize de öğret 🙂

      Yorumun için teşekkür ederim, sevgilerimle ^^

  11. Mutluluk Oyunu dedi ki:

    100.yazın tebriklerrr !!! :D:D
    Öncelikle baştaki resmini çok begendim. Bir harika.
    – Sogan olayına bayıldım 😀 Eglenceli yazı olacağını düşündürdü ama 180 derece dönüş yaptın ,
    güzeldi. ( Her sogan kavurulmasında vesairesinde pembeleşiyor mu diye bakıyorum hala bir umut işte 😀 )
    – Açık görüşlülük konusunda sana katılıyorum. Ama maalesef herkes kaldıramıyor bunu. Bende biraz da dobralıkta olduğundan sözlerimi her ne kadar sık eleyip dokusamda bir patlak veriyor mutlaka.
    – Enerjini tüketen insanlardan uzak dur maddesine gelirsek benim için pek mümkün degil 😀 Hergün depresiflik çekilmiyor. Ama bir yol buldum. Onu degiştirmeye çalışacağım. Belki olur :/
    – Pareto principle: Bu prensibi sevdim! 😀 Uygulamaya değer ; )
    – Elindekilerle mutlu olmak. Kısa süreli mutluluk gibi birşey. Her durumda bunu yapamıyorum. Her zaman daha iyisini istemekte tehlikeli biraz ama napalım herkesin karakteri farklı.
    – Herşeyin tadını çıkarmak güzel de bir de mazi olmasa sevdiklerimiz güzel olacak 🙂
    Sınav bitsin , üniversiteye adım atayım. Her türlü etkinliğe adımı yazdıracağım. Yani inşallah 😀 🙂

    • hikaruivy dedi ki:

      @mutluluk oyunu: aurora’ları diyorsun değil mi? bence de muhteşem! kuzey ülkelerine gidip onları canlı izlemek en büyük hayallerimden…

      hahah, bu sefer ters köşe yaptım cidden 😀 soğan olayını senin de genç yaşta keşfetmiş olmana sevindim! 😀 😀 açık görüşlülük herkeste olmayan bir şey; zaten belki de bu yüzden insanlar dobra olmaktan korkuyor, konuşurken ince hesaplara giriyorlar. insanları değiştirmek çok zordur, hatta kendileri istemedikçe imkansızdır, ama sana yine de iyi şanslar dilerim 😉 pareto’yu bu gidişle herkese öğreticem, haha 😀 elindekilerle mutlu olmak gerçekten de bir anlamda kısa vadeli mutluluk demek… her zaman yapmak zor… ama arada bir gelecek kaygılarını aklından atıp kısıtlı vakitlerde de olsa hayatın tadını çıkarmak lazım; çünkü günün sonunda hayattan bize kalan bu: kısa, mutlu anlar yalnızca…

      şimdiden kolaylıklar dilerim canım 🙂 üniversitede de en az lisedeki kadar ders çalışman gerekecek, ama en azından üzerindeki o stres gitmiş olacak 😉 sevgilerimle ^^

  12. sagbeyin dedi ki:

    öncelikle 100. yazın kutlu olsun hikaru 😀 gerçi ben bu yazıyı okuyup yorumlayana kadar sen 101. yazını yazmışsın bile 🙂
    bu pareto prnsibini farketmeden uyguluyormuşum sanırım 🙂 dönemin başında 2 sayfayı anca birkaç günde okurken son hafta yüzlerce sayfayı hallediyorum 🙂
    bu arada maalesef ingiliz asiladeliği durumu bende de fazlasıya mevcuttu ve kesinlikle dediğin gibi insanlar sana övdüğün kadar değer veriyormuş… bunu zaten uygulamaya geçirmesem de biliyordum ama son 2 haftada yaşadıklarım bu durumu beynime kazıdı adeta… kırılmasın,üzülmesin diye değer verdiğin ,bunca senenin hatrı var diye kırıcılığna,arkandan iş çevirmelerini affettiğin insanlar kendilerini haklı göstermek için suçsuz olduğun bir konuda seni bunca senelik arkadaşlığına değer vermeden bir kalemde silip atıyorlarmış,hatta bunun için en ufak fırsatı kaçırmıyorlarmış ..artık dediğin gibi yapıyorum böyle yarışçı,kıskanç insanlarla merhabadan marhabaya öteye gitmemeli arkadaşlık.. sonuçta onlara birşey olmuyor üzülen sen oluyorsun..
    aman Allahım kendimden bahsetmekten konuyu nerelere getirmişim 🙂 çok severek okuduğum bu blogun güzel sahibesine daha nice yazılarda buluşmak üzere diyor ve kaçıyorum 🙂

    • hikaruivy dedi ki:

      @sagbeyin: sağol canım, darısı başına ^^ pareto değil, yumurta kapıya dayandı prensibidir o 😀 😀 ingiliz asilzadeliğinin sende de olduğunu biliyordum; bunun muhabbetini daha önce yapmıştık gibi hatırlıyorum… diğer konuya gelince, demek sen de arkadaş kazığı yiyenler grubuna katıldın, aramıza hoşgeldin! 😛 neyse zararın neresinden dönsek kârdır, bundan böyle daha dikkatli oluruz biz de 😉 güzel sözlerin için çok teşekkür ediyorum, sevgilerimle canım ^^

  13. baris akkurt dedi ki:

    bu yazınız çok güzel olmuş. bence de yazdıklarınız çok gerçekçi. bazen bilinçsizce de olsa bu yazdıklarınızı uyguladığımı gördüm (ilk tavsiye hariç, ben önyargılıyım ayıptır söylemesi). yani siteniz ciddiyetsiz ve rahat bir blog gibi görünse de 🙂 aslında şu yazdıklarınız mutluluk için 10 altın kural tarzı sitelerdeki yazılardan içerik olarak kat kat üstün.

    bunları bir yere not edeyim ben de.

    • hikaruivy dedi ki:

      yorumunuz için çok teşekkür ederim. aklın yolu bir, mutlu olmak için az-çok aynı şeyleri uyguluyoruz sanırım. sitem ciddiyetsiz ha! işte bunu söylenmemiş kabul ediyorum 😛 😀

  14. eda dedi ki:

    Merhaba, ben de artık okuyucularınızdan biriyim. Çok güzel yazılar yazmışsınız ama en çok bu yazınızı beğendim. İnşallah ben de bu maddeleri uygulamaya çalışacağım . 🙂 Bu yazının devamını da bekleriz. 🙂

  15. Novella dedi ki:

    Bu yazını okuduğumu hatırlıyorum. İyi ki twitterda paylaşarak yeniden okumamı sağladın. Her şey ok de şu pareto ve baby steps olayını becerebilsem dadından yinmez bi hayatım olacak. Mükemmeliyetçiliğimden yıprandım, yetiştiremem diye paniklemekten yaşlandım valla.

Yorum bırakın