Dizi… Müzik… Video… Hikaru’dan seçmeler

DİZİ…

İngiliz dizilerini seviyorum: Kısa ve kaliteli oluyorlar. Komedilerden The It Crowd ve Coupling bayıla bayıla izlediğim dizilerdendi. Geçen sene Sherlock Holmes’un modern zaman uyarlaması olarak karşımıza çıkan Sherlock ise resmen muhteşemdi: Sadece 3 bölümcük, ama çekimleri ve kurgusu ile zekâ oyunlarını seven bendeniz gibilerin ağzının suyunu akıtan türden bir diziydi. Son olarak bir de eski zaman İngiltere’sini konu alan bazı diziler vardır ki, Pride and Prejudice bunların başını çeker. İşte henüz geçenlerde, aynı janra ait bir başka dizi keşfettim: Adı, Downton Abbey.

Aynı isimli kocaman bir malikânede yaşayan bir Lord ve ailesini anlatan, 20. yy’ın başlarındaki bir tarihte geçen bir dizi. Hatta tam olarak 1912’de, Titanic’in batması ile başlıyor dizimiz: Gemide bulunan Lord’un kuzeni ve kuzeninin oğlu mefta olunca Lord’un ünvanının kime geçeceği sorunu ortaya çıkıyor. En sonunda, Lord’un uzak bir kuzeninin orta sınıf bir aileye mensup oğlu geliyor şehre. Lord’un karısı ve annesi, ailenin en büyük kızını bu kuzenle evlenmeye razı etmeye çalışırken çok miktarda İngiliz siyaseti, asaleti, şatafatlı zengin sofralar, av partileri ve pek tabii ki bol bol entrika bizleri bekliyor.

Aslında bu tür diziler herkese hitap etmez: Herkesin kasıla kasıla gezdiği, adab-ı muaşeret ve yüksek sosyete kurallarına göre hareket edilen fazlasıyla kasıntı ve şaşaalı ortamlar herkese cazip gelmeyebilir. Ben severim mesela; Jane Austin romanlarını, hele hele 18-19. yy romantizmini sevdiğim için olacak… İngiliz soğukluğu ve kuralcılığı bile beni bozmaz, kostümlere ve mekânlara odaklanıp keyifle seyrederim. İşte siz de benim gibiyseniz, bu diziye bir fırsat verin derim: Çünkü yalnızca tipik bir dönem dizisi olmakla kalmıyor, bir de yabancı dizilerde az gördüğümüz üzre yakışıklı, iyi eğitimli, bütün kadınların kendisine hayran olduğu bir Türk karakter barındırıyor içinde: Türk büyükelçisi Kemal Pamuk!

Gerçi rolü kısa sürüyor beyzademizin, ama hikâyenin tüm gidişatını etkileyecek kadar iz bırakıyor! Ayrıca kendisi için çizilen portre fena halde hoşuma gitti: Ladykiller, ortamdaki yakşıklı İngiliz asilzadelerinin arasından sıyrılıp tek bir hareketiyle kızı elde eden, uçarı ve çapkın bir adam! Elbette süper İngilizce konuşan, son derece eğitimli, görgülü… Ayrıca asilzade kızımız “ailem böyle bir birlikteliğe asla izin vermez” dediği zaman bizim oğlan gayet cool bir şekilde “benimkiler de öyle” demez mi?! Bir kahkaha attım! İşte budur, Avrupalı asilzadeler karşısında ezik olmayan bir Türk karakter yarattıkları için senaristleri kutluyor ve gözlerinden öpüyorum (hehe). Gerçi olay 1912’de geçtiği için o zamanlar bizde soyadı olmadığı ve Kemal Pamuk’un olsa olsa Pamukzade Kemal olması gerektiği gözümden kaçmadı; ama o kadar kusur kadı kızında da olur. (Ayrıca ismi de Orhan Pamuk ve Masumiyet Müzesi’nin Kemal’inden çarpmışlar, sizi gidi çakallar sizi 😀 )

Sonuçta güzel dizi. Uzak Doğu veya Türk dizilerinden sıkılıp farklı bir tat arayanlara tavsiyemdir. (İlk sezonu sadece 7 bölüm, şimdi ikinci sezonu yeni başladı, muhtemelen o da 7-8 bölümden fazla olmayacaktır…)

MÜZİK

Jehan Barbur‘u doğrusu nasıl keşfettim hatırlamıyorum… Sanırım ekşi sözlük ya da facebook sayesinde olacak… (Zaten son günlerde Facebook’ta bir de Zaz çılgınlığı var ki, artık haberdar olmayanı dövüyorlarmış! Meraklıları, diabolo’nun blogu ndan görebilir…)

Ve muhtemelen onu en son keşfedenlerden biriyim! Ama dinlemeye başladım başlayalı her gün birkaç doz almadan edemiyorum. Kadife gibi, insanın içini okşayan bir sesi var kendisinin. Şarkıları da ayrı güzel. Madem öyle, buraya da en sevdiğimiz şarkısını ekleyip bu güzelliği bir kez daha paylaşalım, değil mi?

Bu da Cesaretin Var mı Aşka adlı çok şeker (ve yine hikaru’nun laneti yüzünden erkenden yayından kalkan!) dizi ile hayatıma girmiş bir parçadır. Pek şahanedir doğrusu:

Güzel müzik gibisi var mı şu dünyada?? İnsanın ruh halini bir anda değiştiriveriyor…

KOMİK…

Hayvanlarla aranız nasıldır? Ben (kızların yüzde 63.9’u gibi :P) tam bir kedi delisiyim! Şimdiye kadar bir sürü kedi besledim, ama maalesef anne gümrüğünden geçemediğim için hepsini evin dışında beslemek zorunda kaldım… 😛 😀 (Bizdeki bu anne gümrüğü de pek ilginçtir doğrusu: Aslında annem çok yufka yüreklidir; hatta bir seferinde soğuk bir kış gecesinde evin kapısının önüne UFO çıkarıp kedicikleri ısıtmayı ciddi ciddi düşünmüştü! Yine de inadı inattır, eve hayvan sokmaz! Aşıları yaptırılıp mamaları verilir, hatta kapının önünde içine girecekleri karton kutuları her daim hazırdır; ama eve adım atamazlar. Her seferinde annemle bu konuda tartışırız, sonra kardeşimle ben gizli gizli içeri sokarız hayvanları. Çaktırmadan 🙂 Annem bulana kadar sıcak ev ortamı yaşar kedicikler, ama sonra tekrar kapı dışarı edilirler…)

Neyse işte, tam bir kedi delisi ve onların o nankör/bencil hallerinin bile hastası olduğum için şu videoyu da her izlediğimde çok gülüyorum. Hele de o “beni besle!” hareketine! Yirim ben seni, yirim!

About hikaruivy

a big fan of shoujo animes/jdramas/kdramas loves to eat, write, read and watch!
Bu yazı kişisel, Müzik, Yabancı Dizi içinde yayınlandı ve , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

10 Responses to Dizi… Müzik… Video… Hikaru’dan seçmeler

  1. winpohu 'ca dedi ki:

    bende ingiliz dizilerini seviyorum sherlock ve pride and prejudice yi izledim .hele tarihi şeylere daha bir seviyorum.çok güzel oluyor dönem dizileri .sherlock zaten müthişti .3 bölüm olmasına rağmen beni benden aldı 🙂 bu dizinin linki var mı ? izlemek isterim 🙂

  2. mydestiny dedi ki:

    Ne güzel bir derleme olmuş. Jehan Barbur’u sayende keşfetmiş bulunuyorum, güzelmiş şarkıları. Zaz çılgınlığına kapılanlardan biri de benim. Hatta bloğumda grubun birkaç şarkısını paylaşmayı düşünüyordum:)) Fransızların müziğini çok seviyorum, Zaz grubu da çok iyi. Her gün dinliyorum bıkmadan..

    Evde hayvan besleme yasağı malesef bizde de var. Hoş benim için hiç sorun yok ben genelde çok uzaktan severim hayvanları, biraz korkarım çünkü. Ama, mini minnacık pamuk gibi kedileri görünce özenmeden duramıyorum..

    • hikaruivy dedi ki:

      evet, bugünlerin bombası zaz. ben de je veux’yü çok sevdim, durup durup dinliyorum. seni de jehan barburcu yaptığımıza sevindim mydestiny’cim 🙂

      o kedicikler yok mu! şimdi oturduğum evde de maalesef hayvan beslemek yasak, yoksa çoktan almıştım bir tane. çok sevimli şeyler yaa… böyle pofuduk pofuduk 😀

  3. diaboloviolette dedi ki:

    hayvan besleme sorunu hiç yaşamadığımı düşündüm. kedi besleyen ev arkadaşlarımla çok fazla sorun yaşadığımdan kedi beslemek konusunda doğrudan ben soğuk davranıyorum fakat köpeğimiz var bizim de… bana çok daha farklı hisler yaşatıyor kediye göre. 🙂

    nedense coupling’in iki bölümünü seyredip ya ben bunu sevmedim galiba demiştim. çok mu önyargılı davrandım acaba diye düşünüyorum.
    ama the it crowd süperdi. süper yani :)) hâlâ ve hâlâ bir sürü yeri aklıma gelir gelir gülerim.

    • hikaruivy dedi ki:

      @diabolo: sen köpekçisin demek. olsun, o da güzel 😀 hayvansever herkese kapımız açık (bana nooluyosa 😛 )

      coupling’in hangi bölümüne denk geldiğin de önemli dostum, bazıları hakkaten çok komik olmuyodu… it crowd’daki absürtlükse başka hiçbir dizide yok: “have you tried to turn it off and then on again?” bunun bütün problemlerin yüzde 90ını hallettiğini ben bu diziden öğrendim 😀 😀

  4. diaboloviolette dedi ki:

    coupling’in ilk iki bölümünü seyrtmiştim, devam ettirmedim işte.

    ve evet köpekçiyim ben. hele köpek sahibi olduktan sonra bakış açım da tamamen değişti. ha artık evimde besleyemem o ayrı. o kadar bağlanıp da ya bir şey olursa korkusuyla yaşamak istemiyorum.

    the it crowd bir dönem bünyeme can vermiş dizidir ya, 4. sezonunu deli gibi beklemiştim.
    kapatıp açmak bir mucizedir. bazen kendime de istiyorum ama nafile… 😀

Yorum bırakın